'Ida', 1960'ların Polonya'sında genç bir rahibe olan Ida'nın hikayesini merkezine alıyor. Ailesinin geçmişini keşfetmek amacıyla çıktığı yolculuk, onu hem kendisiyle hem de savaş sonrası Polonya’nın karanlık tarihi ile yüzleştiriyor. Paweł Pawlikowski'nin yönettiği bu film, sade ama etkileyici anlatımı ve güçlü görsel anlatımıyla dikkat çekiyor. Siyah-beyaz sinematografi, film boyunca melankolik bir atmosfer yaratırken, izleyiciyi karakterin içsel yolculuğuna ortak ediyor. 'Ida', tarihi ve kişisel kimliği sorgularken aynı zamanda sevgi, kayıp ve affetme temalarını da işliyor. Bu film, izleyicinin derin bir duygusal bağ kurmasını sağlarken, döngüsel zaman anlayışıyla da dikkat çekiyor.
Filmdeki başrol oyuncuları, 2014 Cannes Film Festivali'nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazanan Agata Trzebuchowska ve Ida'nın teyzesini canlandıran Agata Kulesza'dır. Trzebuchowska, genç ve masum bir karakteri canlandırırken, kendine güvenen, geçmişiyle yüzleşmekte zorlanan bir kadını başarıyla yansıtır. Kulesza ise güçlü bir karakter yaratır ve geçmişin duygusal ağırlığını taşıyan Wanda rolüyle izleyicinin kalbinde yer edinir. Ayrıca, bu filmde Janusz Gajos'un da katkıları dikkat çeker ve karakterinin derinliği, filmdeki karmaşık ilişkileri besler. Bu oyuncuların performansları, filmdeki dramatik etkiyi artıran önemli unsurlardır.
'Ida', kişisel kimlik, geçmişle yüzleşme ve affetme üzerine derin bir sorgulama niteliğindedir. Film, tarihi olayların bireysel yaşamlar üzerindeki etkisini vurgularken, aynı zamanda insan doğasının karmaşıklığına dair önemli mesajlar verir. Ida'nın yaşamı, mistik bir yolculuk olarak tasvir edilirken, izleyiciye geçmişle barışma konusunda cesaret ve umut aşılar. Ayrıca, geçmişin karanlık taraflarıyla yüzleşmenin gerekliliği ve kendi kimliğimizi bulma çabası filmdeki ana temalardan biridir. Yönetmen Pawlikowski, film boyunca izleyiciyi düşünmeye sevk eden güçlü imgelerle desteklenen, yoğun duygusal anlar yaratır.
Film, siyah-beyaz sinematografi ve minimalist bir yaklaşım ile karakterlerin içsel yolculuklarını derinlemesine keşfeder. Görsel kompozisyonlar, zıtlıklardan ve ışık oyunlarından faydalanarak izleyicinin duygusal yoğunluğunu artırır. Kullanılan dar kadrajlar, karakterlerin yalnızlık hissini ve içsel çatışmalarını vurgular; aynı zamanda mekanın tarihi ve psikolojik etkisini de hissettirir.